30 Aralık 2015 Çarşamba

Kitap Okumak Mı? Ne Gerek Var?


Henüz 8 yaşındayken 1. yarı yıl sonunda karne hediyesi olarak evde  kocaman bir kutu kardeşim ve beni bekliyordu, kutu öyle büyüktü ki yerinden bile oynatamıyordum..Annem ile babam ne almış olabilirlerdi ki bu kadar büyük? 

Heyecanla içindekini tahmin etmeye çalışıyorduk, bence içinde kocaman bir bebek, yada bir sürü oyuncak vardı. Dakikalar boyunca o devasal kutuyu açmak için uğraştık. Biz açamadıkca içindekine olan merakımızda artıyordu. Tabi o zamanlar hayatımız boyunca aldığımız en güzel hediyenin bu kutunun içinden çıkanlar olacağını bilmiyorduk. Sonunda kutuyu açabilmiştik ve gözlerimize inanamıyorduk, kutu kitap doluydu. Can Kitap Evi'nin çıkarttığı tüm çocuk kitapları o kutunun içindeydi. İçinden oyuncak çıkmadı diye başlarda biraz üzülsek bile sonra kendimize bunu oyun haline getirmeyi başarmıştık. Kitapları ikiye bölüp kardeşimle beraber kim daha önce okuyacak diye yarışmaya başlamıştık. Tabi o zamanlar kapağına bakıp en çok beğendiğimi ilk okuyordum. "Küçük Kara Balık"la başlamıştım, "Bir Şeftali Bin Şeftali" ile devam etmiştim ve sırada "Küçük Prens" vardı.."Boyalı Kırlangıç", "Dedem Korkut Öyküleri" ve daha aklıma gelmeyen niceleri..

Çok kısa süre içerisinde o kutudaki tüm kitaplar okunmuştu, her ne kadar kıyamasak bile ilerleyen yıllar da aynı kutu, içinde ki kitaplarla birlikte hiç tanımadığımız başka çocuklara gönderilmişti. 

Sonraki yıllar ise çocukluğumuzda yaz tatilleri mahalle arkadaşlarımız ile haftada bir günümüzü halk kütüphanelerine ayırmakla geçti. Pazartesi günleri kütüphaneden kitap alma günüydü, yine oyunlar oynanmaya, bisiklete binmeye, ormanda çadırımızı kurmaya devam ediyorduk ama bir yandan da katılımcı sayısı artarak yarış devam ediyordu, aldığımız kitapları önce kim okuyacaktı? Bu sefer ellerde "Küçük Vampir" serileri :) 

Her ne kadar ders çalışmaktan ömrümce nefret etsem de, hatta mezun olduğum her 2 üniversitede de kütüphaneye ilk ve son gidişlerim mezun olurken "ilişiğimi kesmek" için olsa bile kitap okumayı her zaman sevdim. Ben sadece bir şeyleri öğrenmek zorunda olmayı hiç sevmedim. Öğrenmek zorunda olduğumu ve bunu ispatlamak zorunda olduğumu hissettiğim bir şeyden keyif alamadım, sadece yapmak zorunda olduğum için yaptım. Malesef eğitim sistemimizde kaçışım yoktu ve birçoğumuz gibi bende beynimi istemediğim, sosyal hayatımda kullanmayacağım bilgilerle geçici olarak doldurdum. Şu hayatta en çok sağlıkla ilgili neden korkuyorsun deseler herhalde "aklımı kaybetmekten korkarım" diye yanıtlarım. Son yıllarda bir şeyleri eskisi kadar iyi hatırlayamadığımı farkediyorum ve telaşlanıyorum eyvah unutuyorum! (Tamam bütün eski sevgililerimi unutabilirim bunda hiç bir problem yok)  Bunun içinde geçenler de doktora gittim. Herşey normal çıktı,unutmamın normal boyutlarda olduğuna karar verdik. Ve bana "eğer kitap okuyorsan beynin çabuk yaşlanmaz" dedi. 

Neyse çok uzattım bütün bunları neden anlattım demem o ki beyninizi yaşlanma etkilerinden birazda olsa korumak için kitap okuyun, çocuklarınıza da küçük yaşlarda benim babamın yaptığı gibi kitap hediye edin, kitap okumayı oyun haline getirebilirsiniz onların eline sürekli ipad vermek yerine belki arada kitap okuyarak ya da okumasını sağlayarak hayal gücünün gelişmesini sağlayabilirsiniz. 

Hem kitap en güzel hediye olma özelliğini bence hala koruyor. 

25 Aralık 2015 Cuma

Amsterdam 'da 3 Gün


-Neredesin Özgürlük çık artık ortaya, gerçekten var mısın, yoksa bizi mi kandırıyorsun?
-Tabi ki varım ama beni her yerden göremezsin, görmek istiyorsan Amsterdam'a gel!

Bir şehri tek bir kelime ile anlatın deseler, Amsterdam'ı en iyi anlatan tek kelime özgürlük olurdu! 

Bugüne kadar en sevdiğim, en mutlu olduğum Avrupa şehri Barcelonaydı. Tahtını hiçbir şehir alamaz derdim ta ki Amsterdam'ı görene kadar. Artık benim için ilk sırada bu şehir yer alıyor. Amsterdam çok mu güzel de 1. sırada yer alıyor derseniz tabi ki çok daha güzel şehirler var mesela İstanbul kadar güzel değil bence. Ancak bu şehrin benim için ilk sırada yer almasının nedeni tamamen kültür farkı. Bu şehirde ki kültür çok farklı burası ütopya seviyesinde özgürlüklerin yaşandığı bir şehir. İnsanlar kim olmak istiyorsa "o" oluyorlar. Kimse de karışmıyor. Şehir, içinde farklı hayat tarzlarına saygı barındırıyor. Bu şehirde sanki sizi bir filmin içine koydular da orada unuttular hissiyatını yaşıyorsunuz. İster istemez kendi hayatınızla, kendi ülkenizle kıyaslama yapıyorsunuz. Kimsenin "öteki"leşmediği bir şehir burası isteyen ibadetini yapıyor, isteyen elinde kekiyle,otuyla,mantarıyla takılabiliyor. İnsanlar birbirlerine karşı oldukça saygılı ve mutlu. Özgürlüğü en derin hissedebileceğiniz bir şehir. Sırf bu duyguyu yaşamak için bile gidilebilir.Gittikten sonra dönmemek için yüzlerce bahane bulabilirsiniz. Yada tam tersi yeniden gitmek için.


Gece değil aslında günün ilk saatleri
3 günlük Paris seyahatimiz sonrasında otobüs ile Amsterdam'a geçtik. Sabah 05.30'da şehirdeydik. Otelimiz Dam Meydanı'na oldukça yakındı ve Central Station'dan yürüyerek gidebilirdik. Buna rağmen saat çok erken olduğu için otobüste sokakların ıssız olacağını düşünerek taksiye binmeye karar verdik ama şehre indiğimizde tamamen yanıldığımızı fark ettik. Sabahın o saati olmasına rağmen şehir cıvıl cıvıldı insanlar işe gitmek için erkenden evlerinden çıkmıştı. Durum böyle olunca bizde otelimize kadar yürüdük sabah 6'da otelimizdeydik. Otelimiz ile ilgili tek memnun kaldığım konu kahvaltısı olduğu için tavsiye etmeyeceğim.




İşte artık Avrupa'nın en masalsı şehirlerinden birindeydik. Gündüzleri gerçek,geceleri ise masala dönüşen şehir!
Geceleri şehir masala dönüşüyor, masal dedik ama siz balkabağına dönüşmüyorsunuz :)


Burası şehirleşme açısından mükemmel bir uyum yakalamış, tarihi yapısı kusursuz şekilde korunmuş binalar insan da sanki bir tabloya bakıyormuş hissiyatı uyandırıyor. Şehrin her yerinde karşınıza çıkan kanallar ise şehre bohem bir hava katmış. Havası da bahsedildiği gibi korkunç soğuk değildi. Aralık ayında Ankara'nın ayazını bilenler için oldukça güzel bir havası vardı diyebilirim. 3 gün boyunca hep sokaklarda olmamıza rağmen hiç üşümedik. Aralık ayında tek sıkıntı havanın 9'a doğru aydınlanıyor ve 16.30 gibi kararıyor olmasıydı.


Gelelim Amsterdam'da biz nereleri gezdik. Şehir içinde bir çok müze barındırıyor. Eğer müze gezmeyi seviyorsanız bol bol müze gezebilirsiniz. Yok ben bu bohem şehri gezmek istiyorum, cafelerde takılmak istiyorum derseniz bunu da çok keyifli bir şekilde yapabilirsiniz. Yada önce müze gezip sonrasında müzelerin önünde ki (mesela Anne Frank Evi) kanalların önünde yer alan cafelerde kahvenizi yudumlarken bu masal şehrinin tadını çıkartabilirsiniz. 


Biz bu şehirde ki 3 günümüzde Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi, Dam meydanı, Kraliyet Sarayı, Red Light, Anne Frank'ın Evi,(Bu müzeye gidecekseniz hikayesini gitmeden önce okumanızı tavsiye ederim, ben meğer çocukluğumda kitabını okumuşum, müzeyi gezerken anımsadım) Voldenpark, Amsterdam Çiçek Pazarı'nı gezerek ve Kanal Turu (türkçe dil seçeneğide mevcut) yaparak ve kanalların önünde ki cafeler de oturarak geçirdik. 
Madame Tussauds Müzesi'ne ise girmedik balmumu müzesini eminim daha önce başka şehirlerde görmüşsünüzdür görmediyseniz bile 22 euro bu müze için bence çok fazla :)















Bu şehrin içinde "Dünyanın En Büyük Şehir Parkları" katagorisinde yer alan Voldenpark yer alıyor. Resmen şehrin merkezinde park değil orman var diyebiliriz. Yaklaşık 120 dönümlük bir alanı kapsıyormuş. Bence eğer yaz aylarında gidiyorsanız 1 gününüzü bu parka ayırmalısınız. Biz kış olmasına, yağmur atıştırmasına rağmen 4 saat boyunca bu parkta yürüdük. Hatta gidebiliyorsanız kesinlikle bisiklet kiralayarak gitmenizi öneririm. Hem de parkın içinde biber gazı yeme ihtimaliniz bulunmuyor :) 






Bi kuğu gördüm sanki..
Önünde yeşil sandalı olan bu ev benim evim olsun, ne de olsa masaldayız.

Aralık ayında gitmenizin bir faydası da kurulan Noel Pazarları'nı gezmek olacaktır. Şehrin her yanını ışıl ışıl görmeniz mümkün olacaktır.



Bisiklet konusuna gelince bu şehirde ki bisiklet çılgınlığını  gittiğinizde göreceksiniz, ya da çarpacaksınız :) 
Son olarak ne yiyelim derseniz asla aç kalmayacağınızı bilmeniz gerekir. Yiyecek konusunda çeşit çok fazla ama şehre özgü olan tabi ki patates kızartması ve her köşe başında rastlayacağınız pastanelerinden mutlaka Nutellalı Muffin'i yemeden dönmemelisiniz. Öyle güzel ki benim en az günde 2 tane patates kızartması, 3 tane muffin yemediğim ve 4 tane sıcak çikolata içmediğim gün olmadı :)

Hayat güzeldir! 

24 Aralık 2015 Perşembe

Paris'te 3 Gün


Seyahat etmenin benim için bir bağımlılık olduğunu söylemiş miydim? Kendi kendime sakince oturturken birden Pegasus’tan gelen bir mail ile saatler içerisinde karar vererek  Paris gidiş Amsterdam dönüş olmak üzere rotamızı çizdik. 
Vize için tüm evraklar titizlikle hazırlandı ve tam da vize için Fransa Konsolosluğuna başvurduğumuz günün akşamı yani 13 Kasım günü Paris terör saldırıları gerçekleşti. "Eyvah gidemiyoruz galiba kesin şimdi Fransa vize vermez, uçak biletleri, otel rezervasyonları yandı" derken 3 gün sonrasında vize başvurumuzun onaylandı ve herkesin "gitmeyin deli misiniz" demesine rağmen "evet deliyiz" diyerek terör saldırılarından tam 1 ay sonrasında yola koyulduk. Sanıldığının aksine ülkeye girişimizde çok kolay gerçekleşti. Pasaport kontrolde görevli ile aramızda aynen şöyle bir diyalog geçti. Pasaportumu uzattım "Hello" diyerek, bu arada çantamda dönüş biletim, otel rezervasyonlarım, Amsterdam'a aktarmalarım kısacası görevlinin görmek isteyebileceği her şey hazır bulunuyor öyle şartlamışım ki kendimi kesin çok soru soracaklar diye ama hiç birine gerek kalmadı. Fransız görevli pasaportuma ve eski vizelerime baktı ve "Merhaba, hoş geldiniz, iyi tatiller" dedi. Evet bu konuşma tamamen türkçe gerçekleşti :) İtiraf etmeliyim ki daha önce hiç bir ülkeye bu kadar kolay girmemiştim.


Ve artık Paristeyiz. Biz Pegasus ile Orly Havaalanına iniş yaptık. Orly Havaalanı şehir merkezine biraz uzakta ve tren, metro gibi aktarmalar ile şehir merkezine ulaşabiliyorsanız. Biz bunun yerine yolculuğumuzdan 1 gün önce "Paris Dolmuşcusu" adında türk bir firmaya internet üzerinden rezervasyon yaptırdık. Havaalanından bizi karşılayıp otelimize kadar bıraktılar. Fiyatlarını internet sitelerinden bulabilirsiniz. Eğer Paris'e 2 kişiden fazla gidiyorsanız Paris Dolmuşçusu oldukça avantajlı çünkü metro, tren, otobüs gibi ulaşım araçlarına da neredeyse aynı ücreti ödüyorsunuz. Ya da kalacağınız otelin havaalanına shuttle hizmeti varsa onu da tercih edebilirsiniz. Paris’te ulaşım diğer Avrupa ülkelerinden biraz daha pahalı. Eğer metro veya tren tercih edecekseniz mutlaka küçük bir valiziniz olsun çünkü insanlar için geniş kaldırımlar yapan Paris ne yazık ki metrosunda valizi olan veya engelli insanları hiç düşünmemiş, metrolar oldukça eski ve inanılmaz çok merdivenden oluşuyor, yürüyen merdiven ise  malesef  Paris metrolarında yer almıyor.
Ve kısa bir zaman içerisinde otelimizdeyiz. Amelie Hotel de konakladık. Beklentinizi yüksek tutmazsanız amacınız sadece uyumak için otele gitmekse kesinlikle tavsiye ederim. Oldukça küçük bir otel ama fiyat performans, temizlik ve konum itibari ile başarılı bir otel. Tabi yine belirtmekte fayda var otelde asansör yok, merdivenler ise oldukça dar eğer valiziniz küçükse bu otelde çok rahat konaklayabilirsiniz. Eğer Kaş’ ta herhangi bir pansiyonda konakladıysanız bu otelde de oldukça rahat konaklayabilirsiniz J Otelimiz oldukça merkezi bir konuma sahipti şöyleki Eiffel Kulesine yürüyerek 10 dk mesafedeydi, üstelik metro istasyonuna da çok yakındı. Ancak biz metroyu sadace Montmartre bölgesine giderken ve otobüs garına giderken kullandık. Onun dışında her yeri yürüyerek gezdik. 3 gün boyunca sürekli yürüdük adım sayar ile günde yaklaşık 25.000 adım attığımız ölçtük. Evet çok yorulduk ama kesinlikle değdi. Ben yürüyerek şehri keşfetmeyi daha çok sevenlerdenim. 

Şimdi gelelim Paris'te nereleri gezdik. Gitmeden önce bazı bloglardan ve internet sitelerinden yararlanarak bir program çıkartmıştım. Tamamen o programa uyarak gezimizi gerçekleştirdik.  Öncelikle offline Paris city map’i telefonunuza yüklemenizi tavsiye ederim. Böylece kaybolma olasılığınız tamamen ortadan kalkmış olur ve hiç kimseye bir şey sormadan rahatlıkla gezmek istediğiniz her yeri gezebilirsiniz.

İlk olarak tabi ki Eiffel Kulesi'ne gittik. Birçok insanın Eiffel’i sadece demir yığını olarak görmesine rağmen ben gerçekten çok etkilendim büyüklüğü ile oldukça görkemliydi. Kısıtlı zamanı olanlara kuleye çıkmak yerine eğer gittikleri mevsim uygunsa çimlere uzanıp keyif yapmalarını öneririm. Eğer bizim gibi kışın gidenlerdenseniz Eiffele çıkmak için saatlerce sıra beklemek yerine dönme dolaptan şehri izleyebilirsiniz. İlla çıkacağım diyorsanız da mutlaka gitmeden önce online bilet alın. Ancak çok önceden almanızda fayda var biz Aralık ayında online bilet almak istediğimizde en erken Şubat ayına bilet satışı vardı. Yani online bilet alacaksanız bile sakın son ana bırakmayın, Paris’e gitmeye karar verdiğiniz anda uçak biletinizden sonra alacağınız ilk bilet olsun.
Eiffel’in her saat başı ışıkları yanıp sönüyor ve çok güzel bir görüntü oluyor. Bu görüntüyü de karşıda merdivenlerden izleyebilirsiniz.




Dönme dolaptan hem Paris'i görün hem çocukluğunuza dönün



Ooo Şanzelize şarkısı eşliğinde yürüyünüz :)
Biz ilk günümüzü Eiffel Kulesi ,Trocadero, Zafer Anıtı,  Champs Elysées, Concorde Meydanı, Pont Alexandre, Jardin des Tuileries, Pont des Arts, Saint Michel' i gezerek ve Champs Elysées de kurulan noel pazarlarında sıcak şarap içerek geçirdik. Soğuk havada içinizi ısıtmanın en iyi yolu J Gezdiğimiz yapıların tarihinden ve özelliklerinden bahsetmeyeceğim, birçok internet sitesinden bu bilgileri edinebilirsiniz.

Louvre Müzesi
İkinci günümüzde ise Louvre, Rue Mouffetard, Pantheon , Jardin du Luxemboug, Saint Michel, Notre Dame gezerek geçirdik. Eğer Louvre Müzesi'ne girecekseniz sabah erkenden gitmenizi tavsiye ederim çünkü günün büyük bir kısmını bu müzede geçirmiş olacaksınız. 
Louvre'un tam karşısında  tax free parfüm alışverişi yapabileceğiniz Benlux bulunuyor burayı gezebilirsiniz ancak biz fiyatı uygun olana bir ürüne rastlayamadık karşılaştırdığımızda Türkiye'de ki free shoplar daha uygundu.



Notre Dame Katedrali

Notre Dame Katedrali'nin arkası
Sacré Coeur
Üçüncü günümüzde ise Opera, Sacré Coeur, Montmartre , Moulin Rouge, Bastille Meydanı, Place des Vosges, Marais, Centre Pompidou gezerek geçirdik. İlk 2 gün tamamen her yere yürüyerek gittik ama artık metroya binme vakti gelmişti çünkü Montmartre şehrin biraz dışında ve bir tepede yer almakta. Metro durağında indiğinizde hemen sizi bir park karşılayacak bu parkta 400 dilde seni seviyorum yazılmış bir pano yer alıyor. Bu panonun önünde Pakistanlı bir çift ile tanıştık yıl dönümlerini kutlamak için bu parka gelmişlerdi ve parkta bulunan herkese turta ikramında bulundular J
"seni seviyorum" u bulun bakalım :)


Teleferik ile veya yürüyerek Sacré Cœur Bazilikası’na çıkabilirsiniz, Bu yapı büyük kubbesiyle oldukça ihtişamlı bir klisedir. İçeriye girmek serbest fakat fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktır. Hatta fotoğraf çekerken yakalanırsanız sizi yaka paça dinlemeden dışarı atabiliyorlar. Yapının önündeki terastan Paris’i izlerken Amelie filmini anımsayabilirsiniz. Montmartre ressamlar tepesi olarak anılmaktadır burada bolca ressamla karşılaşabilirsiniz, isterseniz resminizi de yaptırabilirsiniz.
Eğer 4. Gününüz de varsa Orsay Müzesi’ne giderek değerlendirmenizi tavsiye ederim.
Ressamlar Tepesi


Moulin Rouge
Fransız evleri Cihangir'i anımsatıyor


Biz 3. Günümüzün gecesinde otobüs ile Amsterdam’a geçtik. Bunun içinde Paris’te metro ile aktarma yaparak Gallieni durağında inmelisiniz böylece otobüs terminalinin içine girmiş olacaksınız. Gitmeden 1 ay önce Amsterdam’a biletlerimizi almıştık sonrasında ise Eurolines hakkında bol miktarda kötü yorum duyduk, okuduk ama bu yorumları kulak ardı etmelisiniz bence gayet iyiydi otobüs üstelik wifi de vardı J. Evet bizde ki gibi bilet aldığınızda size koltuk numarası vermiyorlar, mail adresinize gelen bilet ile otobüs saatinden biraz önce gidip check in yapmanız gerekiyor ve sonrasında herkes rastgele bir koltuğa oturuyor. Otobüslerde ikram yok o yüzden yanınıza suyunuzu, yiyeceklerinizi almanızı öneririm.
Gezmenin yazı kışı olmaz her mevsim gezilir. Aralık ayında Paris yaklaşık 10-12 derecelerdeydi. Tahmin ettiğimiz kadar soğuk değildi sürekli dışarda olmamıza rağmen hiç üşümedik ve çok rahat gezdik. Her yer ışıl ışıldı, noel pazarları kurulmuştu. Eminim baharda çok daha güzeldir ancak eğer kışın gidecekseniz mutlaka Aralık ayında gitmenizi öneririm böylece Christmas süslemeleri ile şehrin en canlı dönemine tanıklık etmiş olacaksınızdır.
Ayrıca 13 Kasım sonrası Paris’e gitme konusunda endişe yaşayanlar için belirtmeliyim ki bende endişelerle gittim, insanların dışarı çıkmaya korktuğunu, sokakların boşaldığını duymuştum ama hiç öyle görünmüyordu, sokaklar cıvıl cıvıldı. Ben daha önce Paris’i  görmemiştim, ama beraberimdeki arkadaş grubum görmüştü ve bir değişiklik olmadığını söylediler. Paris’te her yerde asker ve polisler geziyor. Özellikle turistik yapıların önlerinde ve yakınlarında sayıları artıyor. Tabi ki turistlik yerleri gezerken ellerinde otomatik silahlı askerleri görmek hoş olmuyor belki de bu yüzden kalabalığa rağmen şehir oldukça sakin ama bu sizi ürkütmesin aksine daha güvende hissedebilirsiniz. Alışveriş yapmak için mağazalara girdiğinizde ise sizden çantanızı ve montunuzu açmanız isteniyor. Üstünüze alınmayın herkese aynı uygulamayı yapıyorlar.

Herhalde Paris dünyanın en burjuva şehri, çok derin bir ruhu var şehrin mutlu, dopdolu bir geçmişi olan, saygılı hatta huzurlu, gezilmesi gereken bir şehir, içerisinde herkesi, her şeyi barındırıyor. Kimileri aşk şehri der, kimileri tarih şehri ikisi de geçerli Paris için. Şehrin sokaklarında dolaşırken ayrı bir hava hissedecekseniz hem tarih kokacaktır hem de aşk. Notredam Katedrali'nin görkemini, Eiffel kulesinin özellikle gecenin muhteşem manzarasıyla birleşince nasıl olacağını görmelisiniz.
Son olarak Paris’te ne yiyelim derseniz maalesef size öneride bulunmayacağım çünkü Fransız mutfağından ben pek hoşlanmadım ve 3 gün boyunca hep İtalyan mutfağı yedik. Hatta öyle ki İtalya’da bile yemediğim kadar güzel pizzayı Paris’te yedim. Bu konuda oldukça başarılılar.
Kendilerine özgü soğan çorbası, ördek ciğeri var ben bunları denemedim ama deneyen arkadaşlarım da tavsiye etmediler, peynirleri de bence kokuyor tabi damak zevki dilerseniz deneyebilirsiniz J 

Ama ne içelim derseniz tabi ki şarap J Öyle ucuz ki marketlerde alıp Eiffel’in önünde çimlerde içmeden de dönmeyin derim J
Hayat Güzeldir!